Pazar, Aralık 4

3 ve 4

İnsanı kendi şehrinde tatile çıkaran haftasonları vardır. Kendini Starbucks'ta oturmuş, masada yazanlardan bir kısmını kullanarak kolaj yağarken bulursun.  
 Gezdiğin sokaklarda kendi tarihini bir başka kültürden öğrendiğin an, utançla karışık sevininirsin utanırsın çünkü neden bilmiyorsun, sevinirsin çünkü ne güzel anlatıyor. Küçük Ayasofya'ya girip son bir kez bakmak istemek, en sevdiği mahalle lokantısında musakka yemek için uzun uzun yürütmek. Hayat bu yönüyle çok güzel. Gerisi detay. Sanki en umutların bittiği bir anda gelen bir mesaj hissinde. 
Hissetmeyi deneten seni düşünmekten ve tasalanmaktan uzaklaştıran anların birleştiği iki gün. 


Dünyada bir dolu insan var, siz tanışana kadar yoklar aslında. Tanışıp onu daga boyundna yakaladığını hissettiğin anda senin hayatında bir yer kaplamaya başlıyor.  
Sultan Ahmet ve sokakları başlı başına ayrı bir yazı konusu. Kendimi hiç ait hissetmediğim, sadece bir kısmını Ankara Kale içine benzettiğim için ikinci kez bakma ihtiyacında olduğum sadece İstanbul adına önemsediğim bir semt. 
Balıkçı Sabahattin'e ilk gittiğimde sevdiğim dışarda meyve sebze şimdi de en hoşuma giden şey oldu. Kış olsa da, gene tazelik ve İstanbul'da değilim hissini aldım.  Sebze müzesinde gibi hissetmek, insan kırmızı biberleri bir sepet dolusu görünce bu kadar sevinebilir mi?  Keyifle sevdiğin mezeleri yerken, karşında sana söylenen şarkılar ve samimiyet.

En kötü günüm böyle geçsin. Hafif. Bol sebzeli, paylaşılan ana yemekli.