Pazar, Aralık 4

3 ve 4

İnsanı kendi şehrinde tatile çıkaran haftasonları vardır. Kendini Starbucks'ta oturmuş, masada yazanlardan bir kısmını kullanarak kolaj yağarken bulursun.  
 Gezdiğin sokaklarda kendi tarihini bir başka kültürden öğrendiğin an, utançla karışık sevininirsin utanırsın çünkü neden bilmiyorsun, sevinirsin çünkü ne güzel anlatıyor. Küçük Ayasofya'ya girip son bir kez bakmak istemek, en sevdiği mahalle lokantısında musakka yemek için uzun uzun yürütmek. Hayat bu yönüyle çok güzel. Gerisi detay. Sanki en umutların bittiği bir anda gelen bir mesaj hissinde. 
Hissetmeyi deneten seni düşünmekten ve tasalanmaktan uzaklaştıran anların birleştiği iki gün. 


Dünyada bir dolu insan var, siz tanışana kadar yoklar aslında. Tanışıp onu daga boyundna yakaladığını hissettiğin anda senin hayatında bir yer kaplamaya başlıyor.  
Sultan Ahmet ve sokakları başlı başına ayrı bir yazı konusu. Kendimi hiç ait hissetmediğim, sadece bir kısmını Ankara Kale içine benzettiğim için ikinci kez bakma ihtiyacında olduğum sadece İstanbul adına önemsediğim bir semt. 
Balıkçı Sabahattin'e ilk gittiğimde sevdiğim dışarda meyve sebze şimdi de en hoşuma giden şey oldu. Kış olsa da, gene tazelik ve İstanbul'da değilim hissini aldım.  Sebze müzesinde gibi hissetmek, insan kırmızı biberleri bir sepet dolusu görünce bu kadar sevinebilir mi?  Keyifle sevdiğin mezeleri yerken, karşında sana söylenen şarkılar ve samimiyet.

En kötü günüm böyle geçsin. Hafif. Bol sebzeli, paylaşılan ana yemekli.




Salı, Kasım 29

Simdi de yer yokmus. Corba icemedim. Kitabin büyüsüne kapilip yol ustumde yer alan Ada muzik kitap kafe sine girdim. Buraya corbalarin en dogali yarasirken ne diye kofte var ne diye cirba sehriyeli tavuk? Suyu gercek tavuk mu ondan bile emin degilim.
Zaten kalmamis, minesitron olur mu dedi. Sebze corbasi neden demiyoruz?
Kitap beni bu haftaya baslarken yargilayan kisiye verecegim cevabi cevapladi memnunum.
Corba gecikti kalkip gitmek uzereyim ancak yazmanin buyusu ve dokunmatikteki hizimla memnunum. Corba geldi. Hesap gecikir diye hesabi da istiyim de bitsin derken, hesap ve limon lutfen dedim, garson dumur oldu.
Suyuna sebZe kokusu gecmemis iskak bezi cigniyorsun tadi veren corbaya bir limon sıktım olmadi, yeniden yapmassam bu corbayi olmayacak.
Corba acaba musluk suyuna mi?
Ekmek bayat ve ben yazarken doyuyorum. Guinness icsem daha doyardim. Zaten bence o soguk corba.

Yazi bitsin, corba kalsin. Burasi da sadece kitapci olsun.

Cuma, Kasım 25

yeni ay

bu sabah cok güzeldi. sabahlara asık olmaktan bıkmam ben cünkü günün en güzel saati ve ışıgı ben iyi oluyorum diye bana öyle de geliyor olabilir.

yoga'da yerle bir hareketler yaptık kendimizi elimizi ayaklarımızı önce yere yapıştırıp sonra tekrar sıyırdık.
hocanın karnındaki olusumu izlemek bana memnuniyet verdi, aynı ana karnında gelişen cenini ilk ultrasound'a görüp heyecanlanısım gibi. içizim karnımız ve kendimiz sonra bebeğimiz aynen ucakta oldugu gibi.

sonra enteresan bir veri aslında veri vardı da bünyemde tecrübeye dönüştü, bacak üst iç kısım acısı.
hayatta kastıgımız ve nefes vermediğimiz yani aslında hayat vermediğimiz kısımlar geliyor yogada bizi buluyor ve yogada tam ordan inciniyoruz.
sakatlanma diyip de abartmıyoruz bunu sadece bir rahatsızlık diyoruz.

nasıl buyuk buyuk hareketlerden inceliyorsak aynen düşüncede ve kullandıgımız kelimelerde de buyük büyük kaba kaba iken güzel ince ve nazik.
Nasıl dan dan topuk vuruyordum da şimdi parmak ucundayım. tam öyle.

sevgim bu işi.
sert olmus, agrımız yerlerim hayatta neresi neresi demeyip artık 3 değil 5 gün yoga yapıcam
yapıcam da yapıcam..
olmak için yapmak.

Perşembe, Kasım 24

Berlin Sabah

Nasil oluyor Berlin'de sabah gidisimle bu sabah burda Yoga'ya gidisim ayni his.

Cumartesi, Kasım 5

Yoğunum.

Fotoğraf : Özge Özdoğan


1955, 1970, 1975, 1977,1974,1921,1931 son yazdıgım tarihleri attım.
Bilemedim çünkü doğum tarihlerini, yarın kontrol ederim. Bu akşam bir masanın etrafında bu yaşlarda aynı kandan insanlar toplandık ve yemek yedik. Güzeldi, şunu düşündüm, aslında her insan özel ve her insandan stil tavır tarz olarak onlarca var.  Benim favori insanlarım her fonda aynı davranabilenler. Fotograflar çektik. En önemlisi o anı yaşadık. Böyle bir anı aramızda 1982 ve 1972 varken hatta 1948'de varken 2009 yılında da yaşamıstık. şimdi 2011'i bitiyoruz, 1948 artık bizimle aynı masaya oturamıyor, üç yıldır bizimle ancak yemek yeme, uyuma, yaşama stili tamamen değişti. Olayı anlamak kabullenmek ve içinde yaşamaya başlamak hep bu üç yılın içinde oldu. İnsan beyni durmuyor, soru soruyor, olan olaya kendi gözünden, kardeş, anne, eş gözünden bakıyorsun, acı ve yokluk hissetme karşılaştırması yapıyorsun, sonunda anlıyorsun ki, ne düşünsen gerçek ile alakalı olmayabilir, sadece nefesinin akışını değiştiren tek düşünce onun gözünden baktığında, biz ve günler onun etrafında aynen sahneye çıkar gibi geliyor ve geçiyoruz, o hep sabit, aynı yerden bize bakıyor. Bıktım artık demiş bugün. Yediğimiz en lezzetli balık, eve sadece içinde ben oldugum tekne içinde bogazı soluyarak hatta içmek istercesine keyif alarak geçsem de, bıktım kelimesi iç acıtıcı. Yazıyı mutluluk ifadesi, aramzıdaki 1920'lilerin varlığı ne tatlı, yaşasın, şükürler olsun, ailen olması ne güzel, ve böyle bir ailen mutluyum  yazacakken, içimden bu kelimeler çıkıverdi.
Bıkma yaşa. Bırakmadan bırak bazen.. İnsan aslında bazen bu hayatta yapmak isteyip yapamadıklarına dem vururken bir daha dünya gelsem ve ya eski yaşamlar var ise kesin ben şuydum dediği anlarda bir durup düşünmeli.
Bu yasamda yapmalı her ne ise o yapmak istediği.
Sağlıkla Canım Ailem!

Kedi-Kendi

Kedi ile kendi, kelimesi, aslında farklı olsa da bir n ile benzerlik kazanabiliyor, biraz kafa orarsan tabii kelime üzerinde.
Kediler kendilerine düşkündürler gibi bir cümle kurarsam daha net anlatmış olur muyum meramımı bilmem.

Kedi gibiyimdir belki de haberim yoktur, bir köpeksever olarak aslında kedilerle olan benzerliğimi geç fark ediyor olabilirim.

Öyleyim..

Bundandı belki ego savaslarından patlayan blogumuz hepsi bir ya!da kedileri her gördüğümde delirmem.
Sevmemem.
Psikolojide de çok geçer insan kendine en benzerde yaşarmış sorunları. Sana en yakın olması gerekeni aslında gidip bazen uzagında tutabilirmiş insan.
Basit görünen ama zor konular bunlar.

Dün hiç duymadığım bir kedi şarkısı ve bana geçen bayram hediye edilen Kedi ile bu düşünceler belirdi.
Sabahtan beride aklımda. Başım ağrıyor, kendimi bu konuda bile bile, Sarafin Merlot içtim. Frontera dışında basımı agrıtmayan bir şarap bulmalıyım. Bir de bazı şaraplar neden baş ağrıtır bunu da öğrenmeliyim, 2009'da bai gösteren ben şef olacağım içimdeki şef'ten gene haber var, her ne yeni bilezikse koluma takmak istediğim, hep yanında yoga var. Yazıyı saymıyorum bile, o zaten kendimim.

Bir kedim bile yok.
Köpeğim de. Hayvanların beyni ile kurduğum o doğal iletişimi ne severim ben oysa ki.
Köpekli anılarımda buruk bir yer de. Bir yer de değil, bakış açımı değiştirdiğim anda.
Köpek yazısı değil bu kedi yazısı. Bir de kaç zaman önce Akmerkez'de görüp gönül verdiğim Bengal kedisi var. Evde sana bakan iki göz keyifli bir şey. Enerjisi hoş.

Gene de kedi mi köpek mi dendiğinde, elbet köpek.

İyi bayramlar

Kurban edilmemek lazım, kurban olmamak ta..Hiç kimseye..
İnsanlarla olan problemimi kendimle çözmek kararı verdiğim bir gün.

Çarşamba, Ekim 26

Keskelalaka

(Fotografın da başlıkla uyumlu keskelalaka olmasını istedim. )
Je suis dans la piscine!

Edebiyat olmasa ben kendimi çok yanlız hissederdim, fotoğraflar zararsızdır misali, kitaplardaki kişilerde zararsız aslında, o sırada kitapta konuya göre zararlı olsalar bile, rol icabı ya, veya yazarın kahramana o sırada yüklediği rol icabı ya.. Belki de günlük yaşamda da böyle bir düstur vardır..

Günün lafı keskelalaka çünkü bir konuda herşey yerli yerine tam oturmusken içimden fışkıran bir duygu seli ile durduk yere burnuna bayıldıgımı ifade ettim birine. Keskelalaka baslıgı ondan atıldı. Mesela bu sabah güne başlarken aklımda bunu yapmak yoktu. Hergün gördüğüm burun, onu beğendiğime ilk karar verdiğim günde katiyen burnu değildi ön planda. Daha ziyade onun enerjisini, tuhaflıgını ve anti kahraman tavırlarını beğenmiştim.

Şimdi aklımdakileri not alıyorum, sabah erken kimse yokken yazacagım şu an yediğin fırında mercimekler ve öncesi içtiğim domates corbası onlardan da önce içtiğim bir kadeh sarap ve ceviz beni yorgun yaptı, onlardan da öncesinde upuzun bir saati canlı yayın olan bir gün var. Hayat kendine göre olup geçerken bir de benim o hayatın içinde olup dıştan bakabilen yanımda eklenince tüm yenen ve içilenlere haliyle yoruldum.

Yatakla yatay, uykuyla bir olmak şimdilik en içimden geleni.

Yeni ay!

Yeni AY

Aklımda şu soru ile uyandım. Yazmak için engin bir konu oldugunu da düşündüm.
Yoga ile bu denli ilgili ve sevgili olup, aslında ondan uzak yaşamak durumunda olup, onun ögretisi ve dönüşümleri ile ofis ortamlarında yaşama durumunda olmak.

Aynaların daha çok ve çeşitli.
Kendimi şanslı hissettim, bir başka gözle bir başka işlere bakabilmek.

Aslında hepsi bir.

Bakalım eve geldiğimde neler gözlerime çarpmış, aklımda yer etmiş, mutlu etmiş, şaşırtmış, üzmüş
hangi hislere bulanmış olarak geri dönücem. Ne öğrenmiş olacağım özetle.

Sabah ve akşamki ben bile farklı.
Hava serin, şu an camdan tamamen yapraklar gözüküyor ve hareket halindeler, evde çıt yok, sadece klavyeden çıkan çıt çıtlar..Aklımda ve rüyamda sık sık VK beliriyor şu sıralar.
Berlin ve ordaki kamp, ordaki günlerde VK ile ilgili gelenlere eşlikçi.

İşlerimi yoluna koymuş olmam ve zevkle gidiyor olmam çok memnun edici, bugün kötü bir gün ancak doğru yerdeyim hissi insana güven veriyor. Doğru yerdeyim dedirten de yanlış yerlerin bende bıraktığı net duygu.
Hatalarım ne tatlıymış, onlar olmasa be bu sabah bu kadar keyifli ve hafif olur muydum?

Fotoğraf : Özge Özdoğan

Gönlümdekiler yaşamıma ..Bugünden dileğim bu. Yeni ay'dan...

Salı, Ekim 25

yoga vinyasa

Ben içimden geldi diye, nasılda sondan başlamışım, son derken aslında yapılmışı var misali, son noktasından ve vucutları ile bu işe 200 saatini vermiş kişilerle..
Aferin bana.

Şimdi ise yazılarından tanıyıp, bu kişi benlik olabilir dediğim diğer bir hocanın ellerinde dünya bir toz bulutu halindeydi döndüm. Başında power olmayan version ise beni yumuşacık yaptı, eve geldim, ılık bir duş, bambu/koton karısım aslında bornoz ama ben ev elbisesi giyiyorum bana ne ile yazmaya koyuldum.

Bugün bir gün öncesinden, ağrıyan yerlerimden eser yok, bilakis uzadım. Mutluyum.
Omuzlarım daha bir düşük, kafama doğru yaklaşmaya çalışmıyor. Yüzüstü yattığımızda ayaklarıma yapılan işlem acaip iyi geldi. Neden? Bunu hemen düşünüp araştırıp, tamam buldum diyemeyecek kadar
huzurlu ve meraksızım. Nasıl olsa bulurum, veya sorarım.

Yarım kobra'nın yavaş versiyonu ilgincti. Beynine iyi resmettim, ben o harekete direk en hızlısından ve
suryanamaskar'ın bir parçası olurken girmişim. Bir anda hayatım ne kolay dedim.

İyi ki bu vinyasa tarzı yoga'ya da en ağırdan girmişim.
Bugün bu denli haydi uçalım, hey modunda olmazdım.  

Hoca demek adetten, hoca kelimesini sevmiyorum, öğreten kişi, yoga mentor, master, örtmen, kişi,
şimdi bu sefer aklımda kalmasa da sonra hatırlayacagım kadar güzel tek tek tane ve akılda kalıcı konusuyor, çok sevdim.

Herkes yazılarında oldugu gibi aslında. Yazılarını sevdiğin birini seversin.
Uykum geldi, kendimi yataga bırakıp, sabah erkenden kalkıp, kendi yogamı yapıcam.
Kendi yogamda bu yogadan cıkmıs ve ögrenirken ögrenirken büyük resimde hareketler kafamda beliriyor. Bütününü ögrendiğim , parçaları birleştiriyorum. Çok keyifli ..

Peki neden sesimi paylaşmakta sessiz kalıyorum?
OOOOOMMMMMMMMMMMMMMMMMMMMM!

Tek bir isim aklımda şavasana, o da tam değil.
Perşembe günü öğrenirim.
Bugün bir de ders sonunda kişiler nasıl uyuya kalabilecek kadar kendilerini bırakabilirler diye düşünürken, ispanyolcaya kaldığım yerden devam etmeye karar verdim.

Seviyorum.

Pazar, Ekim 23

Voltran


Omuzlardan itibaren kollar, köprücük kemiğinde hiç ağrı bile yok, gel gör ki sırt yanlar 
antrikotlarım ağrılı ve kolumun arka üst kısımları. Köprücük ve çevresi oldukça rahatlamış. Ordan geçen sızıyı belirli yerlere paylaştırmış sağolsun. Bu ağrılar bana ketif veriyor, sanki dolaplarda kalmış bşr şeyleri çıkarıp havalandırmışsın misali, yer değiştirip kullanmış ve hayat vermişsin hissinde.

Kate mesaj atmış, deprem ile ilgili. İnsanlar arasında ilk görüşte oluşan bağlar hep devam ediyor. 
Canım arkadaşım. 

Yoga yolunda en ilgimi ceken ve ilk derinleştirmek istediğim kısım dünden beri
aklımda olan, bu sabah araştırmalarımda buldum. Ne varsa Berlin'de var. 

● Anatomy and Physiology
To instill a scientific understanding of how our bodies work in relation to yoga and well being.

Topics:
● Anatomical Models of Different Cultures and Medical Systems
● Western Medical Models of Anatomy
● Systems of the Body and Their Functions
● Applied Anatomy and Physiology in Relation to Physical Yoga Dynamics
● Anatomy in Relation to the Subtle Energetic System


Köprücük Kemiğim BOLD bir hal aldı, bedenimde.

Setubandha Asana; Half Wheel
Yeniydi. İlkti.
Suçlu hareket bu da olabilir.  Sevgili köprücük kemiğimi sızlatan.  Kemik mi doku mu sızlar?

Bunu yazarken, "twist" hareketleri de yeniydi, onlar da olabilir.

Karnımı tir tir titreten, Nouka Asana.
Hareket merkez gücü kuvvetlendiyor.

Sağ tarafım daha ağrılı.

Shadow Yoga'yı şu an aldatıyorum muyum? Onu o yapan ailesini görmeye gene ona sevgimden köklerini araştırmaya mı gittim? Sanki ikincisi, aldatmak bana göre değil zaten.

Köprücük Kemiğim


Ağrım devam ediyor, tekrar uyudum, hem hoşuma gidiyor bu uyku hali hem de düşündürüyor. 


Adını hatırlayamadıgım kemiğin sağ tarafında sızlama var. 
Köprücük, yarım köprülerde incittim diye düşünürken aklıma geldi. Köprü kurarken incindi ve adı köprücük, komiğime gitti. 


http://www.innerbody.com/image/skelfov.html

Anatomi önemli ve kritik, hakkında bir çk şey okusamda derinleşmem lazım. 
Yoga'nın bendeki duygusal etkilerini daha az düşünüp biraz bu yönüne bakıcam. Yoga'nın madde yönü benim kendi deyimimle anatomi. 

Sağ köprücük kemiğim iyi olsun istiyorum. 
Ve neden incindi bilmek istiyorum?

Kollarım güçsüz olduğu için oldu sanırım, aynen shadow yoga başlarında karnımın cok ağrıması ve bileklerimin acıması gibi. 

Bacaklarımın nispeten güçlenmiş olmasına, adho mukha svanasana'da cok rahat olmama, plank pose'da iyi hissememe odaklanıp, daha öne hiç yapmadıgım hareketlerle şu an ağrılar içinde şaşkın olmama odaklanmıcam..Her ikisi de güzel, sadece köprücük kemiğim geçsin.

Salı günü başlangıç seviyesine gidip, başında power olmadan nemenem bir şey ona bakmalı.





Wizard of OZ!

Boyunumu yağla dedi teneke adam..Wizard of Oz'dan bir laf belirdi aklımda. Boynum ağrıyor, yarısı sağ tarafı.

Uzun uzun uyudum. Sanırım dört saat. Yüzümde bir memnuniyet ifadesi belirmiş kalktım. Aynada uçuk ilacımı sürerken bünyeme Yoga geldi bakışı geri gelmiş. Yoga tanımı bence bu, yüzüne baktıgında gözlerinin içindeki mutluluğu yakalamak.

Boynuma dönecek olursak, ilk bahsetiğim yerlerden ziyade bu sefer gene sağ ama sırta doğru, tek bir yerde ve sabit olmadığı için rahatım, endişe etmedim. Boynumu bırakmam gerektiği yerlerde ya bırakmadım veya köprü yarım olsa da kurmam yaptı. Bu nedenle birebir çalışmak istiyorum ben.
Sabah güne mor mürekkep üzeri, özel ders ayarlaması ile başladığım için mutluyum. Yazı, yoga ve yogurt günler gene yakında, düşüncesi de mutlu ediyor beni. Mutluluk en iyi şeydir. Benim hayatta tek hedefim var, mutluluk.

Uyuyakaldığım için Leyla'nın ikinci yaş doğum gününe gidemedim. Uyuyakalmasam da kalakaldığım için gidemezdim belki de. Heryerim ağrıyor. Mutluyum ama takatim yok. Sadece yazıya isteğim var bugün.

Eve gelir gelmez ilk notlarımdan sonra aklı selim bir yoga geçmişim ile ilgili yazarak düşünmek istiyorum.

Önce bir kahve yapayım, bugün hiç içmedim.

Çekirdekten çekince kahveyi tüm evi saracak koku ile zihnim bayram ederek bana daha çok bilgi gönderir belki.

Fark ettim ki!

shadow yoga cidden iyi bir programmış.  yogun ve zormuş harketleri kendi içinde,  bugün zorlandıgım power vinyasa dersine girdim, ve bir buçuk saatmiş.sanırım geçmişimde shadow yoga pratikleri olmasa derste daha çok zorlanırdım.. çıktıgımda saat kaç diye sorarken acıklı bir ses tonum vardı. çok iyi geldiğini hissediyorum. Bir ay ara verip, shadow'a  ısınsın diye bünyem, biraz da hocayı merak edip gittiğim seanstan mutlu, mesut,
düşüncelerim durmuş şekilde çıktım.

Boynumun sağ tarafı çenemden omzuma dogru inen yerde  gergin ve rahatsız..
sanki bu vinyasa ileri seviye gibi geldi.başındaki power'dan kıllanıp iyi ki  aç karnına gitmişim.
başlangıç dersine de girip farka bakacağım.

2005 yılında üç kere gidip sonra 2008 6 ay yoga fit her salı sonrasında da 2011 Şubat
8 şubat shadow yoga, ben şimdi kaç zamandır yoga yapıyor oluyorum, aslında saatlerine bakmam daha mantıklı. kafam ve bedenim kaç saat bu uğurda zaman harcadı, bu durumda yoga ile ilgili okuduklarımı ve izlediklerimi de işin içine katmam gerekir.

kollarım güçsüz, bacakları iyi durumda gene, kollarıma kıyasla.boynumun sağ tarafı acıyor, hissi nasıl tarif edebilirim, gerliyor hissi ve bir noktada arakaya doğru şimsek çakınca beliren kırık ışık çizgisi gibi sinyal yolluyor..

yemek yemeliyim.
özlemişim yoga'yı.
düşündüğüm kadar feci geçmedi. beynime vucudum yardımcı oldu, şu an düşündüğüm yapamadıgım iki hareket dısında fena degildi.
başlangıç aşamasında gidip hareket isimlerini ve manyıklarını anlamya çalışacağım.
power kısmına daha sonra..

Bir anda aklıma gelenler

İçerikten bağımsız yazdıgım yazıya bakmayı da seviyorum. Bir anda post ettikten sonra oluşan görüntü hoşuma gidiyor.

Okumadan, o anlık içimdekileri buraya dökmek ve yollamak ..
bu blogun 2007'de ortaya çıkma nedeni, yazdıklarımı el yazımdan dolayı okuyamadıgım içindi, sonrasında blogların geldiği durum ve değişen dünya ile birlikte burası çok yorum alsa da oldugu gibi kaldı. Takipçiler edindi haklı olarak çünkü internette ve açık herkese.
Gene de okunma kaygısı ile yazmadım. Bazen şunu düşündüm, aslında her gün yazmalı ve beni takip edenleri güzel yazılara maruz bırakmalı, bazen yaptım, bazen de yapmadım..
Özgürlük bu.

Artık, kendim için disiplinli ve konulu bir yer istiyorum.
Yapacağım da.

10:18
Çıksam iyi olacak.
Çok acıktım ama sanırım yemeyeceğim.
Dayanılabilir.

Mor Mürekkep

Mürekkep'le başladım güne bugün.
Yazdım yazdım yazdım, kendime olan sorulardan ve cevaplardan oluşan yazılardı.

Mark Murphy aklımdan çıkmıyor. Twister parçasını söylerken zihnimde ve bedenimde olanlarda.
Parçadan beynime giden kelimelerin zihnimde ve kalbimde yaptıgı tetiklemelerin dışa vurumu.

Birazdan cihangir yoga İstinye'ye gideceğim. Yeni bir ders denemeye. Aslında bu derse bakışım biraz ara verdiğim shadow yoga'ya giriş ısınmaları. Bu hocayı seçmem ise yazılarını okuyup çok beğenmem. Yoga geçmişim eski olsa da, Yoga benim için çok önemli olduğundan hiç bir kurum veya hoca ile evlenemedim hep bir şey buldum benim için uygun olmaıdgını cıkaracak, ancak şu sıralar kafam değişti, yoga'yı bulmuşken gerisi detay. Kimden ögredniğinde bir yere kadar.

Yeniköy köşe lokmacı benim için çay bahçesi duruyor mu hala. Acım. Yemek yemesem iyi olur, başında power yazan bir derse gideceğime göe sanki yoga-fit tarzı bir şeyler olacak gibi geliyor. Bir de şunu istemiyorum, Stephanie derslerine katılma nedenim de buydu. Evet ben shadow yoga ile kendim tanıstım, ilk görüşte aşık oldum ancak shadow yoga'da birşeyler kompoze edilmiş hali, bundan beni sardı zaten, shadow yoga'yı olusturan diger componentleri neden gidip tecrübe etmiyim. Component tam sankritce oldu, yasasın, ne cabuk ögreniyorum!

Agzından çıkanı kulağın duyuyor mu lafı, tam bu zamanlar için geçerli.
Yazarken klavyeye bakmayı çok seviyorum. Bu yazıda aslında uzun zamandır içimde olan diger bir blog acma, tek bir blog acma, onun içinde herşeyin oldugu bir tek kapının ısınması.
Tek bir kapıdan girip, arka oda,teras, karanlık oda, kütüphane, kiler, mahzen, herşeyin bulunacağı bir koca ev, belki de şato. Zamanla anlaşılacak o.

Evde çıt çıkmıyor, güneş gözüme giriyor, aklımda Yoga bana küstü mü düşüncesi, vücudum benimle olacak mı? Bence o istiyordu uzun zamandır da ben ve zihnim nu yatapa cekiyorduk. Şimdi de sıra ona geldi yeterince ona pratik yaptırmadık diye bizi yarı yolda bırakabilir. Ne yapalım, bir saatin sonunda birşeyimiz kalmaz, sonrasında da oturup konuşur anlaşırız.
Tam bir saat sonra başlayacak ders, karnım çok aç, aslında yesem bir şey olmaz..
Deneyelim görelim.

Kahve ve yanında hafif bir ekmek peynir, iyi gelebilir.

Pazar, Ekim 16

dansez vous

çalıp uykuya demişken, hyde park'ta öylece oturmak isterken stockholm'e gitmek istedim.
ikisini de gidicem. sırayla. aklım fikrim nick hornby, tomris uyar, fitzgerald ve internette. 
yazıda,yogada ve dansta. aşkta. sonuncusu benim kontrolüm dışında oldugundan fazla kafayı yormamak
lazım, şu an ki halim amelie'den hallice, bridget jones'a göz kırpıyor. filmine değil ama, helen fielding kitabındaki ikincisini "edge of reason" olan ikincisini rennes'e giderken ucakta bitirdiğim yıl 2000, halis mulis bridget jones.cümle düşük oldu çünkü o yıl bana .ok iey anımsattı tek bu cümlede bile. ölümler, aşklar, ayrılıklar, bavulda unutulan domatesler, paris buddha bar'da edilen danslar...sanırım kitabın ilkini uçakta okumuş devamı yok mu bunun diyip ikinci olanı iner inmez alandan almıştım. evet öyle olmuştu. helen fielding'in başka kitabını da aramış ama bulamamıştım. 
sadece yatay geçen bu haftasonu aslında iyi geldi. 
iki yüzlü kişilerden uzak olduğum bir hayat dilerim. kendime ve sevdiklerime.

2000 yılına sevgilerimle..


Cuma, Eylül 16

keşke kör ölüp badem gözlü olsaydı

ne kıymetli atasözlerimiz var. benim hikayem bir atasözünü ilk defa boşa çıkaracak nitelikte. benim bir arkadasım tam işlerini yoluna koymuş, üretmeye başlamışken öldü.
çok düşündüm neden diye, çok ağladım da. ölüme ağlamak her zamanki ağlamalara benzemiyor, sadece ağlıyorsun ve o lsa şimdi benim şunu yapmamı derdi gibi kendini o denli kaybediyorsun ki bir süre o şimdi ben bunu yaptıgımda şunu derdi en iyisi ben şimdi bunu değil onu yapayım yoluna giriveriyorsun.
hele ki sana en son dediği laflar yok mu? direk tek tek hayat geçirmeye başlıyorsun.

bir süre yanımızda gibi geliyor ki öyle de .

peki ya sonra

yılar geçince ne değişiyor.

hiç bir şey.

hala ağlıyorsun ve neden diyorsun?

Cuma, Temmuz 8

üzerine yazacak bir şeyler al.

hayallerimin en büyüğü yazmak. en büyük hayalim yazmak. bu yıl 2009'da baslayıp bitmeyen başlayamayan işlerin başlama yılı..
Yazım bu.
Şu blog'da da eski moduma gelmeme seviyorum.
kafama göre yazma, dün Ipag magazinde bir yazardan bahsediyorlardı, kendine has bir yazımı olan noktalama işsaretlerine takmayan.. içerik her zaman önemli değil mi..Önemli.
İşte bu kadar.

Mavi mavi mavi..

kurnazlık ve biçim kaygısı olan yazıları sevmiyorum.kurnazlık ve biçim kaygılı
insanları da sevmiyorum, kendi biçimine takık tiplemeler mesela, tip sıkıcı, karakter eglendiricidir.

Cuma, Haziran 17

Memnunum

Memnun, mecnun, mürşide..

Detaylar önemlidir, etrafımda mutlu insanlar, güzel işler.
Gerçek işler ve ölçülebilen işler, uçu başkasına dokunan ve onlara faydası olan işler.
Kendi içinde kontrolü olan ve sana sonuçu bildiren ve gösteren işler, paylaşılan işler..

Bol güneşler,
İyi işler.

Perşembe, Haziran 16

maksat muhabbet olsun..

Dün aya bakıp dedemi, sonra halamı sonra, babamı sonra ,annemi, sonra baannemin evini
yani 7 torun bize hep kucak açan, hepimizin özlemi, hem baba hem dede evini.
Sonra dün yazdığım yazı geldi aklıma, o yazıyı ben daha güzel yazamaz mıydım?
Tam da o arkadasıma karşılık vermemeye çalışıp, kendimce onu alttan alıp ortamı bozmama diğer insanalrı
germeme cabalarımla bir ve aynı fikirde bir yazı.

Evet, belki de onun 7 torunlu bir aile ortamı olmadı, hep bana hep bana, hep ben hep ben, durumu oldu.
Eski sevgilileri tarafından sakinleştirilmedi, anne ve babası hem destek hep yanında ve sen iyisin demedi ki
o da her zaman her ortamda ben, ben, ben ama ben, demekten geri alamıyor kendini, neden? Aslında sevilmek istiyor, değer verilmek istiyor. Bunların hepsi belki.

Sadece benim içimden geçen, sanırım bundan sonra hırçın'a canım ciğerim kadar sevdiklerime gösterdiğimden daha derin bir sevgi ve algı ile yaklaşmak. O da o kadarına yetebiliyor, çabasını gör hissi.

Sevmekle başlıyor, sevmeklede bitiyor bu yaşam.
Belki?

Çarşamba, Mayıs 25

Badem ve Kaş..

Selamlar,

Kaş yaparken göz çıkarmadığım tek mekan olan Kaş'tan yeni geldim.

Kaş, göz yapmayan bir mekan orası, gökyüzü daha yere yakın, denizin suyunun insanın bedeninde kapladığı alan ve verdiği his daha yoğun, bir kere tam lacivert ve ya tam yeşil, net. Bulanık hiç bir zaman değil. Dört yıl önce gittiğimde aynı anda bir anda sürü halinde yukarı zıplayıp suya dalan Balık ekibi ile büyülenmiş, aralarında olmak istemiştim, onları öylece ilk defa iskeleden görüp.. Denizde çıt çıkmazken bir anda yükselip, estetik ve gene ses çıkarmadan aynı çıktıkları gibi geri suya dalışları.

Bu sefer, denizde Badem ile karşılaştım. Javier Bardem değil, Fok Badem...eğer diğeri olsaydı zaten gözgöze gelir gelmez ona doğru yüzer ve direk dudaklarından öperdim. Bu karşılaştığım Fok Badem. Almış başımı ilk hedefimiz Mais adası diye yüzerken bir karaltı sonra bir karaltı ve iki net karaltıyı görünce, görme anı, gördüğümü isimlendirme ve arkamı dönüp hızla karaya doğru yüzmem bir oldu.

Bir fok sana değse ne yapar? Belki de harika bir şey olacaktı.

Benim için sadece burnunda top çeviren şirin kişi, onun alanında beni görünce burnunda mı çevirir, omuzumu mu dürter, bıyıkları gözüme yanlışlıkla girer mi? gibi sorularla, arayı açtım, arkama bakmadan yüzdüm. Aslında şimdi yazarken düşündüm de arkama bakarak yüzsem, daha fazla gözlem şansım olabilirdi. Sırt yüzmeyi de hem sever hem de bilirim. Korku bu işte, bir kere sana sinyalini vermesin.

Fok severim. Görünce de kaçıyormuşum, çelişki.

İyi bir gün olsun!

Cuma, Mayıs 20

Gidişinin 15. Yılı

İndim metrodan,hava aynen gözlerim gibi bulutlu.. metroda"öyle sarhoş olsam ki" çalan saksafoncu genç kişi beni hüzne boğmuştu. burun direği sızlatan kalp üstü sızısı. bu sızı benimle ilgili değil, bana geçen bir sızı.  ruhumun derinliklerinde ve ya genlerimden geçen bir his. bu parça hep önemli oldu, hem tesir etti, her fırsatta da çıktım söyledim. benim parçam. halamın parçası, amcamın ve babamın. aile ilgili bir parça bu parça.

tanju okan'ın sesindeki buğulu derin ve boğuk eşlikte tam geliyor, dinlerken..

adama da 5 lira kağıt para verdim. sesin, kişinin, evin sana ne his verdiği ve ne hatırlattığı ne kadar önemli. derken, gözyaşlarıma herzaman ki gibi hakim olamadım ve özgürce akarken yaşlar, şükürler olsun dedim, bugüne ve bugün böyle hissetmeme neden olan hayatımdaki herkese.. İstiklal kitabevinin D&R olmasına kısa süreli, şok ve olacağı buymuş demek ki diye  üzülerek içeri girdim. amacım raflara öylece bakıp daha önce hiç birlmediğim okumadğım bir yazarın kitabını alıp çıkmaktı. kitabu buldum ve aldım. kitap elimde Tanju Okan aklımda yürüdüm, kasaya. kasada öğrendim ki istiklal kitapevinin sahbi artık çlışmak istemiyor ve bodrum'da yaşamak istiyormuş. bu nedenle çalışanları ile birlikte satılmış, istiklal kitapevi.

kasada bir  CD.  ingilizce ve italyanca şarkılar.. "Tanju Okan-Sahnede" yazıyor ve kendisinin çok yakışıklı bir gençlik resmi. gözleri şahane bakıyor, sesi zaten bildiğimiz.

ilk şarkı, shadow of your smile.. mesajın önde gideni bu bugün bana.
şu an dinliyorum.

Nur içinde yat, var ol ve nur ol!
Canım Tanju Okan..

Bardaklar dolsun..
Şerefe şerefe...
Sevgimizi hiç bozmadan...

Salı, Mart 1

giriyorum ben bloga.

girdim girmesine de ne geyiktir bu tanrım. cok sıkıldım.
2007'de bok varmıs gibi yazdım buraya, ne güzeldi defterlerim günlüklerim.
burnum nasıl akıyor, neyin mesajıdır bu tanrım.
mart sanki mart degil ben sanki ben değil
ufaktan da olsa mucize bekliyorum.
olanla bitenle aramda bir koton tül perde olsun.
tül sevmem de tül görüntülü yüzdeyüz koton olsun
blogunu ice göster nasıl bir türkçedir.

yazı yoga yalın yogurt yavan günler geciyor.
cok sıkıldım demişmiydim?

rakamlardan nefret ettiğimi eklemişmiydim?
televizyona bakıyorum tiplere bunlar kim diyorum.

erbakana bakıyorum sonra aileme kendime bakıyorum
noluyor diyorum.

nerdeyim ben
ben mi yanlıs geldim
etraftakiler mi gereginden fazla etrafımda
şaşıra şaşıra

döndüm şaşkına.

gene de şükür ilham perileri etrafımda balık bunlar genelde.
kız balıkları seviyorum ama bazılarını
balıklar cesit cesit bazısı vazgecilmezlerimden..

bal
balık
mart
art

sevdiğim dört kelime.
üşüyorum.

okudugumu anlamıyorum.
anladıgım bazı şeyler var, acı veriyor.
işte böyle bir gün.

Pazar, Şubat 27

Kilit açan kelimeler

Yapmayi en cok sevdigim yazmanin olmassa olmazi kelimeler, sözcükler. Sözcük daha güzel benim icin mesela,yazimin konusu tam da bu. Bana sözcük kelimeden daha cok tesir eder. Dert, mesele demek ve diyenler. Sahane, harika yerine. Superi cok severim. Mesela super sözcügünû tek gecerim demem, cok severim derim. Bazen de aklinda olmayan ama bildigin ve karsilasmayi beklemedigin an bir sözcük cikar karsina gül gül ölürsün. Hem de komik değilken ne sôzcük ne de anlami. "Hazardous" mesela. Tehlikeli gibi manasi var, dangerous,'ın havai kullanimi. Çok komik. Kalp mesela yürek yerine. Bir de tanistiginizda karsidaki biriyle kaynasma hoslanma hisleri de karsilikli kelime secimlerinizle alakali olabilir. Ayni dili konuśmuyoruz bizin tersi, ayni dili hemde ayni kelime secimleri ile konusuyoruz. Aferin bize.

Pazartesi, Şubat 14

jay jay johanson

tam kapıdan çıkarken arkadasım aradı, sahneden indi ve konustuk dedi. ben cıkana kadar bitti, tabii şimdi de neden 6'dan beri çıkmadım, az sonra yıllardır sevdıgım sarkılarla konserli bir pazartesi gecesi gecirecektim.
harekette bereket vardır, hemen yola koyulmalı, oturdugun yerde oturmak kime ne kazandırmıştır. neden atıl kaldım, bir kendime verdiğim söz aslında beni tutu, dogruya dogru, 2 ay gece cıkmayacaksın ve yoga için altıda kalkıyor oldugun ıcın nefsine hakim olup eglencelere dalmayıp erken yatıp erken kalkacaksın, tabii bu kuru kuru bar gezmesi degildi, ı believe in you you believe in me how come that you dont believe in us
sözlerinin tok bir tonda kulaklarımda bangırdaması gecesiydi, şu an sarımsak etkisi gecti, kendime geldim, enerjim de geldi, dolapta puding ve jay jay davetlisi onun konserine gitme fırsatım yok bir tek..
nasıl olsa o bizden gene gelir, fransa'dan gelen özü'ye sevgilerimle posteri nerde acaba? taşın taşın boktur işin, taşınmalarım bir başka yazının konusu zaten.. 2000 yılı rennes maceramın bir başka yazı konusu oldugu gibi ve 2001 sevgililer gününde elimde çicekler arabadan indiğimde elinde çiçekler beni bekleyen diger bir kişinin varlıgının da baska bir yazının konusu oldugu gibi.

bir kadeh jameson ve jay jay eşliğinde ve kitap ve uyku..j ile baslayan bir yazar var mıdır ki kütüphanemde, raflar bu arada çok tozlnamıs ve güneşten kitaplar renk değiştirmiş, fazla nostaljik bir hava sezdim, kapalı balkon kütüphanemde..

hepsibiryasonunda...

bugün tüm gün kafamın içinde yazdım. yürüdüm yazdım. arada baktım olmuyor, telefona kaydettim düşüncelerimi,ferhan sensoy der ki esas yazar kafasında yazandır. uyandım, kendime saat 6.'da uyanamanın hesabını sorup stresini yarattıgmı gördüm, diger bir stresim döşemcide olan koltuk ve bana düşündürdükleri idi, digeri ise, 14 gün önce meydan gelmiş olayın gene aklıma gelmesiydi.  elimde olupta çözebileceklerimi çözeyim diye düşündüm, telefonuma yoga in bed yazdım ve karşıma bir dolu, tam benim modumda olan kişilere sanırım yaratılmış yatak içinde yoga hareketleri olan videolara cıktı, ve onlardan hareketler yaparak yatakten yere indim ve direk salona geldim.şu an elimde olan kitabı bitirdim, kendimi editor ve ilk okuyan olarak kitabı cok özel hissettim ve bir dolu kavramsal fikir geldi aklıma ve kitabın gidişine yön verdiğim için pek tatmin olmuş hissettim. ikinci stres kaynagım olan döşemecideki koltuğa geçtim, evden çıktım yürüyerek, arnavutköy'e ulaşmak amacıyla yola koyuldum. derken az önce uyurken, corbanın içine attıgım sarımsak coklugu uyku verdi ve uyukaldım, rüyamda birini ve pıding gördüm, yapabileceğim olan riyayı gercekleştirip gittim puding istedim ve yaptım, tam o sırada, jay jay joahnson'dan haber geldiğini ve toplantıya gideceklerini söyleye arkadasımın daveti ile içim heyecanlandı fakat zaman kısıtı ve sarımsak uyuklaması nedeni ile gidemedim, metroya taksi ordan metrodan ilgili yere yetiş için zamanım yoktu, yaşlandım mı dedim, hayran oldugum bir insanla iş konusma ve onun sarkı söylemeyen sesini duyma fırsatını degerlendirmemiş, ya yetişirsem değil, nasıl olsa yetişemem zaten çok uykum var ihtimalini pekiştirip, pıding yapmaya devam etmiştim, 12 yıldır begendiğim bir şarkıcı, ilk begenme anımda sesini duyup, sefahathane'de cd kabnı sormustum, mavi gömlekli incenik ineze bir adamdan dean martin -leonard cohen karısımı bir ses cıkmasıydı benı ben bu kişiyi bundan sonra severim dedirten, saclarını uzutaıp yarısını kazıyıp turuncu yapana kadar da sevdim, klasik yanı hosuma gitmişti.. arnavutköy'e yürürken  bebek yokusunda yeşil renkli küçük papagan gordum bir dalda üç tane fotograf cekerken uctular, aklım jay de kaldı, arkadasımı aradım hala beklıyorum dedı, arkadan sound check sesleri gelmekte, ve henuz konusmamıslar, şimdi cıkıp gitsem yetişir miyim derken, gene içimde bir heyecan akısı baş gösterdi. Gidiyorum...

Pazar, Şubat 13

yarıda kalmak.

Uyandım uyudum uyandım uyudum uyandım, uyudum,uyandım derken kalktım. Saat sanırım üç civarı, güneş duşu öyle bir düşüyordu ki, kendime başka bir deger kattıgımı anladım bu evde, bundan sonrasında dışun güneş almasını istiyorum ben. Yıkanmak beni rahatlatırken, suyla birlikte bir çok sey akıp giderken üzerimden bir de gölzeri kapatınca güneşe doğru durduğumda oluşan sarı renk beni rahatlatıyor, sessiz ve düşüncesiz kılabiliyor, aynen, hoşçakal demekte zorlanıp ancak içimde onu tutup uzaklaştıgım kişiyle öpüştüğüm an olanlar gibi bir his.  O an renk sarı degil daha koyu ve tok bir renk, rengi belli degil. Mavi belki, soğuk bir kadar da koruyucu bir renk.

Yukardaki fotoyu sabah cektim, uyanıp kahvem olurken salona geldiğimde, dün keyifle hazırladıgım mantıdan bozma yemeğimi telefondan aldıgım haberle nasıl yarıda bırakışım. Etkisinden kurtulamadığm bir olay bu. Filmde izlesem bile etkilenirken ölümden, yakınlarımın çok yakını benimse iş hayatında ışıklı bulduğum, ne gercek ve zeki dediğim biriydi. Kötülere birşey olmaz lafı doğru mu ya? LAflar kelimeler, bugün düşünm.k için ve üretmek için uygun gün degil, içmek ve okumaky için uygun bir gün..Yazmak için de uygun degil .Çıkan herkelime cümle, sorgu ve saskınlık olur, zekanın ötesinde bir boyutta anlayabileceğimiz bir durum ölüm.. kabul etmesi de mecburi, sana kalmamış, ve sorulmamıs ve olmuş.. Sadece aşık gitmek yüksek bir mutuluk mertebesinden gitmek ise giden ruhsal olarak şu an iyidir diye düşünüyorum, dedim ya, bugün yazmasam iyi olur, aklıma gelen her kelime bu tatta.

Yukardaki yemek gibi başından kalkılan ve birdaha dönülmeyecek bir hayat ... Dalga boyu saturn, ay belki hatta.

Cumartesi, Şubat 12

aşık ölmek güzeldir..

Prenses Di'de aşık ölmüştü, aynen bugün duyduğum olay kadar beni sarsan bir hikayeydi o da.
Telefonum çaldı, çok sevdiğim bir ses, kötü bir şey oldu dedi, ilk sorum, ölümlü kötü mü? oldu.

İnsan kelimelerine daha sık dikkat etse, sarfetikce kendini ve korkularını daha cabuk kavrar.

3 Şubat günü tam arka çapraz masamızda yemek yiyen biri şu an yaşamıyor.

İş hayatımda zekası ve ışığı ile nadir aklımda kalan biriydi.
Nur içinde olsun, ölüm ona iyidir belki de, yaratan üreten birilerinin bu dünyadan gitmesi beni çok üzer.

Kafam ağarlaştı,  ona yakın oldugunu bildiğim herkese baş sağlığı diledim, ben bu durumdaysam
onlara iyi olmaları için sabır diliyorum.

Salı, Şubat 8

Osman Özdoğan

Güne saat 6 'da başlamak.
Güneşin doğusunu denizin üzerinde belirişini izlemek.
Fotografını cekip, Osman Dedeme göndermek.

Okuduktan sonra ben bu kişide ögereirim ve hayatta kıl olmam diyip, evet bu kişi hissi.
Hareketlerin daire olması, tüm hareketleri biri hariç zaten Şahika tekand'ta yapmış olmam.
Duş sandıgımdan da pratik.
Ayurveda sohbeti.
Kitabı görmem ve almam.
Hızlıca karıştırırken, zekaya zaaf, içinden geldiği gibi yaz cümleleri ile, biri benden habersiz
benim yazılarımı mı bastı hissiyle ağlamaya başlamam.

Enerjim yüksek şu an.
Memnumum, doğru yerdeyim.
Erken kalktıgımda yapacak birşeyim var artık. 

Kaldı, 5. ve 3 kendi kendime pratik.


Dersler: 
Yazı konusunda bırak daanık kalsın modundan uzaklas.
Osman'ın felsefesi nasıl olur da benim en önemsediğim konuda hayatımda olabilir.
Bundan sonra ne evim ne de yazı ile olan ilişkim bırakıp dağanık kalamaz.

Seviyorum.

Pazartesi, Şubat 7

acemi radyolara artık sinyal göndermeyeceğim..

herkes aslında kendi dünyasında uyur.
mekan aynı olsa da. içilen aynı olsa da, yaşanan aynı olsa da.
ortak sanırsın fakat kafandaki yargılardan cekmıslıklerden eskıden basına gelmısliklerden bır cam senın onundedir hep biri sana hep o cama kadar yaklasır aslında... bazılarında cam ne kelime önünde beton duvar örülüdür.
bazısı gelır kırar o camı, oysa onu yavasca kafandan cıkarıp opmek varken dan gelir kendi kafasıındaki camı senin kafandakine çarpar ve kırar ..o cam bazen de tehlıke anında kırılır, karsı taraftakı tehlıke gormustır ve dank diye kırıverır o camı, sen kalakalırsın..
herkes kendı kafasında kalsa, arada o cam hep kalıverse, uzaktan gozgoze uyusalar
baktılar cam arada fazla, digeri nazıkce kafadan cıkarsa ve kenara koysa o camı...

nazıkce

ve
öpse...

Pazar, Şubat 6

dünyalar arası

bugün baska bir dünyaya uyandım.
eski dünyadaki dertlerin beni cok ilgilendirmediği, bunu neye borcluyum bilmiyorum.
yüzümde bir ısıldama bir süpersonic hissetme var.

Cumartesi, Şubat 5

İllet Şubat!

Odanın ortasında koca bir filden bahseden bir yazı okudum ve aklıma son haftada yasadıklarım geldi. 
Kendime çok gülüyorum, başka da beni güldüren olmuyor zaten, olunca da aşık oluyorum güldürüne, bir 
süre güldükten sonra direk ağlamaya başlıyorum.  Sonrasında da kendime dönüp, kendi kendime 
devam ediyorum. Evden kaçmış ve sokakta dayak yemiş bir sokak kedisinden farkım yok şu an.
his bu ancak ne evden kaçtım ne de sokak kedisiyim aslen, bu durum yorucu.  Evden kaçmış olsam 
ve bu işlere bulaşsam, kendi düşen ağlamaz der, öyle ağlardım.

Yaşana her ne ise, gerçekti, maskeleri düşürdü, iletenin de iletilenin de.

Yoranlar yorulduklarını söylerken içimde bir rahatlama olurken, fiziken ve ruhen çok zarar gördüm.
Vucudümda biriken sıkıntı şişlik yaptı ve içkinin dozunu kaçırıp ne bulduysam içtiğim içinse beynim
yoğruldu.

Şubat ayının ilk haftası, zaten şubat ayı külliyen sevmem, bizde ölüm ayıdır şubat. Bu ayda doğanları 
da şimdiye kadar rastaldıklarım kadarı ile pek bayılmadım. Direk içe dönüş, kendimde var olan katmanları
saptayıp bunların üzerine çalışarak etrafımdaki katmanlı ve yalancı karakterleri elimine etme sansım olabilir.

Detaylar için;

Google'a shadow yoga yaz.

Pazartesi, Ocak 24

Attım

Çalışma odasını toplayabildim, kaybolan bir CD'yi bulucam diye yola çıktım ve derken toplandı, onca yazdıklarımı attım, birileri ile sırf anlaşabilmek için sayfalarca e-mail yazmısım ve şimdi şu an o mailler bana birşey ifade etmiyor, anlaşmak için öncesinde bu kadar yazışılmaz ki.

Etraf şu an dolabı içleri hariç istediğim gibi, orada da fazlalıklar var, ferahlık getirmem lazım, dolap üzerindeki bavulu ve kutuyu da kaybetmeliyim, rutubet kokuyor gibi hissettiğim dolabı bu tip depolama için kullanabilirim.

Çekmece almalıyım. Bir de turuncu yumusak raf, sırf bunlar için IKEA:'ya gidesim yok, Temel reis ile IKEA da ne yaprdık acaba, bir gün normal konusma ihtimali ve ben tam kendim gibi rahat o da kendisi gibi komik olabilecek mi?

Yapmam gereken ve son kez yapacagım bir iş var ve yapmadım, içimden gelmedi bir türlü, bazı dokümanlar sıkıntılı başlayınca sıkıntılı geciyor, yarın sabah erkenden uyanıp halletmek umudu ve dileği ile yatıyorum. Erken kalkıp bünyemi erken kalkmaya gene ayarlayacagım.

7 Subat:'a az kaldı.

Şubat ve Mart degişik deneyim ayı.

Ne güzel doğum günümde tam on ikide mesaj almıştım.. Pek hoşuma gitmişti. .Dört mevsimi tamamlamadan bu konuda emin olmayacağım, Temmuz 2011.

I believe in Circles..

http://www.ted.com/talks/lang/eng/elif_shafak_the_politics_of_fiction.html

Cuma, Ocak 14

hastaysan yatarsın, düşünmene gerek yok.

Ölümlü olduğumu kabul ettiğim günler yaşıyorum, ek olarak diğer bir kabulde kontrolün bende olmadığı, bedenimde kontrol, yarın işe gidebilecek miyim, bilmiyorum, sabah ki ve akşam gniz akıntısının şiddetine ve beni ne kadar yoracagına bağlı bu durum.

Antibotik bünyeye üç günden sonra tesir edermiş, bu gün bahsettiğim dünlerden, 2.5uncusu, antibitik acısından hesap yaprsak 3. gün. Demek oluyor ki önümde biraz daha yol var.

Bugünün diğer bir kendime ispatı ise, evden iş yapıyor olmam ve sabah 7 uyanıp ceviriye oturmam, iş değiştirme niyetimin temelini oluşturan iyi günde kötü günde hastalıkta sağlıkta bu iş, ben bu işle evleniyorum, flirt etmiyorum ve aşk evliliği laflarımın birebir bana ispatı.  İngilizce diilini kullanımda ne kadar gerilediysem de, keyif alarak ve ellerim terleyerek yatpım çeviriyi. Bir de bildiğim kısmı da kafamın içinde, işte 10 yılın boşa geçti, neden on yıl önce nerdeydin şeklinde varolan zihin dürtüklemeleri de olanıda yavaşlattı, kendimi düzeltmeye bunu şöyle desem daha iyi olur, a bir ssat ne çabuk geçmiş diyerek beynimi çalıştırdıgım için memnum oldum, hala bazı kelimeler aklımı rahatsız ediyor, daha ıyı nasıl denebilirdi acaba diye, gün içinde farklı meselelere kafa yormk isteğimin birebir karşılığı.

Bu yatalak günlerde kabul ettiğim diğer birşey ise, kalkacak halim yok yalanı, o dediğinde bişe hala kalkabiliyorsun, temel ihtiyaç söz konusu ile, beslenme ve kendine yemek yapıyorsun, biraz da endişe karışık işe, ilacı almadan tok olmalısın, üstüne benim takıntım, mideme zarar vermesin diye, aman sıkı yemeliyim komutu.

.kendi kendime pek güzel de baktım, içinde oldugum pacavra duruma rağmen, liğme liğme bir beden hissi, elimde ceviri, endişe ve kelimeleri ve dizilimleri hatırlama hali derken, bugün de bitiyor, öğlene kadar yatar çalısır, öğleden sonra direk uyku şeklinde geçen bu günümde tat alma yetimi de geride bırakarak, zihinsel tatlar için Fitzgerald, kısa hikayelerine başlayacağım..

Çalıştığım kurumun ismini telefuz edeceğim günü iple çekiyorum, bir de sonu olmadıgını bildiğim halde başlangıcında oldugum yolda gelişimimi..

Çarşamba, Ocak 12

lütfen sessizlik..

Konusmadım bugün hiç..Konuşamadım, olmadı.  Kimse ile konuşmayınca cidden içindeki düşünceler tek tek sana ulaşıyor, sadece doktoru dinledim, ona bir kaç soru sorabildim, o da faranjit ile laranjit in farkı oldu.

Faranjitin iltihap yapmadıgı kesimi laranjit ilitihap yapıyor, komsu bölgeler. Biri bogaz duvarı, digeri ses telleri, hangisi hangisi kalmadı aklımda sonucta ikisi de bok durumda bende şu an ne fark eder, hangisi Levent, hangisi Armutlu..  Sesim kısık değil, yok.

Bu duygu korkutucu, rüyanda koşarsın da tehlike anında, bağarısan da duymazlar ya ona yakın, sadece etrafta gergin ve kosman gereken bir durum söz konusu değil. Normal yatakta öyle yatarak, arada ihtiyac nedeni ile, boğaz kuru soğuk su içerek çalışıyorsun. Okuyorsun.

Konuyu dağıtmak degil maksadım. UZUN ZAMANDIR yazmadım, özlenmişim, yazdıkça yazasım, silsile halinde çağarışımları dökesim geldi. Neden yazmıyorsun diyenler oldu, pek hoşuma gitti, anti parantez, içlerinden biri şunu dedi, yazılarında insanı insan yapan tıkanıklıklara iyi geliyordun, lütfen yaz.. .Diyemediklerimi sen diyodun ben rahatlıyordum, bu nasıl bir yorumdur, ve insanı mutlu eden bir manevi tatmindir ve her kıl olduğum yazıda kendime sorduğum soruların cevabıdır, şu an kendimi yıllarca sanatına küsmüş pek degerli yazar gibi hissettim. 

Bir yazı okuyorum, sadece olandan bitenden bahsediyor, konu da sıkıcı, olanda biten de doğal olarak sıkıcı buna paralel, ve içinde duygu yok, gözlem yok, sana, bana bir çağarışım yok, zaten içtenlik hak getire.
Yazılar güya kendinden bahsetse bile, kendinden uzak.

Ağzı olan konuşuyor diye yanarken zamanında, şimdi, bilgisayarı olan yazıyor, hem de her gün sıçar gibi yazıyor, yazılar da tabiyatıyla bok gibi oluyor.

Sağlığa içmişim hep iyi ki yıllardır, sese duyarlı, yüksek ses sever, ses tonu manyağı, ses getireni sevme delisi ve  ses vermeyeni anlama özrüm,  hep bugün kendi sessizliğimde beynimde ses etmemden yankılandı, sessiz yankı daha da şahaneymiş, bugün tecrübe ettim. Memnunum..

İletişim kurmanın tek yolu ses degil, saglıklı bir beyin aslında. Bu nedenle, durduk yere herseyin başının iletişim oldugunu bilenler, işi bu olanlar, sessiz kalmasınlar, konuşmaktan zarar gelmez, faydası saymakla bitmez.

Akıntısını ekranda gördüğüm -cm- uzunluğunda bir iltihap akıntısı nasıl olur da beni boynum yokmuşcasına ve buna rağmen kafam neden hala aynı yerinde durabiliyor şaşkınlığını yaşatabilir. Yanma ve acı hissi ile başım, vücuduma bağlantılı değıl gibi hissediyorum.

Fara ve lara kardesler bana bunu yaptı işte.

Sesimi kesti, başımla vücüdümü ayırmadan ayırdı. 

Sadece yazabiliyorum iletişim kurmak için, gerekmedikçe duman göndermiyorum, zira duman şu an bana çok çok zararlı. Nefes aldığımda da genzim esiyor hissi var, kışın eskiden kömür yandığında bir hava vardır, kokusu geniz yakar işte öyle bir esinti var boğazımda..

Konu boğazda geçince, can gerçekten boğazdan geliyor sorusu canlanıyor kafamda, canlandıgı gibi de cevap buluyor, çok dogru!

Halam  için kurduğum iyileşme planları da devre de, CPU'dan o da bir yandan işlemekte.
Bir yandan şükrederken, onun için ne denli pasif bir üzüntü içinde olduğumu da bugün boğazımda kontroller yapılırken, gözyaşlarımın istemsiz olarak aktif hale gelmesi ile bir kez daha anladım.

Nasıl oluyor da boğazında o zabazingo ile yaşayabiliyor, yaşayabiliyor derken, delirmeden, katlanabilmek duruma.

Bu sessiz günümde duam, onun konusamadan da olsa sağlığını bulması, cidden konuşmak çok gerekli değil.
İletişim kurarken hele hiç değil.

Yazı var, aynı mekandayken göz var, el var.

Gönül faranjitinden saklasın içimizdeki  hepimizi.

üzerime yansıyan sıcak ışık dalgası

banyo ışığı

ses ve ışık benim için hep önemli olmuştur, şu an ses yok, ışık var allahtan. biliyorum ki,şu an üzerimden karşımdaki karanfile yansıyan güneş ışığı bana iyi geliyor, şifa veriyor, boğazımın ağrısının bana verdiği boynum şu an yok peki ya kafan yerli yerinde nasıl duruyor hissini az da olsa azaltıyor. Kırmızıyız ya biz. Yeterli.